16 Şubat 2008 Cumartesi

Matbaacılık Tarihi Matbaacılığın Doğuşu ve Gelişmesi




Tarihte ilk yazı çogaltmaları, silindir biçiminde kalıplar veya damgalar
aracılıgı ile balmumu ve kil üzerine yapıldı. Ayrıca agaç ve madeni
aletlerle oyulmus tuglalardan da faydalanılmıstır. Ninova'da 1842
de baslayan kazılarda Kral SARGON' UN, oyulduktan sonra pisirilmis
tuglalardan kurulu kitaplıgı bulunmustur. Çogu kimsenin bildigi gibi
simdiki matbaacılıgın temellerini atan Johannes Gutenberg degildir.
Tarih boyunca yazıya dayalı eserlerin, belgelerin çogaltılması, artık
o işi meslek edinen kisilerce teker teker yazılarak yapılıyordu.
Tabii bu çok uzun zaman alıyor ve çok emek istiyordu. Bu islerin
daha kolay olabilecegini düsünen ilk Çnliler olmustur. Matbaa'nın
temellerinin olusmasında Çnliler'in ilk çalısmaları daha sonra batı
milletlerine yol göstermistir. Çnliler 2. yüzyılda mermer kabartma
sekil ve yazıların üzerine ıslak kâgıt presliyor ve sonra da bu kâgıtları
mürekkepliyorlardı. Dört yüzyıl sonra bunu degistirdiler. Agaç blokları
oyarak basılacak is kabartma hâline getiriliyor, daha sonra fırça ile
mürekkep sürülüp, preslenerek kagıda baskı yapılıyordu. Bu yöntemle
basımı yapılan en eski yapıtlar 764-770 arasında Japon Imparatoriçesi
Sotoku'nun bastırdıgı Budacı Büyüler, 868'de Çn'de basılan ve ilk
basılmıs kitap olarak bilinen 'Elmas Sutra' ve 932'den baslayarak
130 cilt halinde basılan bir Çn klâsik yapıtları koleksiyonudur. 11.
yüzyıla gelindiginde Çnliler tipo baskı sisteminin ilk modelini
olusturdular. Artık metni olusturan sekil ve harf kalıpları yaparak bu
kalıpları birden fazla iste kullanabilmeyi amaçlıyorlardı. Bu harfleri
çesitli kimyasal islemlerden geçirerek sertlestiriyor, sonra metne
göre dizip tekrar reçine ve mum gibi maddelerin yardımıyla birbirine
tutturuyorlardı. Olusan bu basit kalıptan baskı yapıldıktan sonra harf
ve sekiller tekrar kullanılmak üzere sıcakta birbirinden ayrıstırılıyordu.
Tarihin seyrinde bu yüzyıllardaki yogun kavimler göçleri ile Çinliler'in
buraya kadar gelistirdikleri baskı teknigi, Türklerle ve Mogollarla
beraber dogu Avrupa'ya kadar tasındı. Avrupa'da matbaacılık Marco
Polo'nun Çn'de gördügü ve büyük bir ciddiyetle inceledigi agaç
baskı bloklarıyla basım yöntemi (ksilografi) Avrupa'da 14. y.y.'da
parsömenden kâgıda geçisle birlikte ortaya çıktı. Avrupa'da baskı
ilk önce dinî eserlerin basımıyla baslar. Oymacılıgın da gelismesiyle
birkaç sayfalık isler de basılabilmektedir. Tabi burada en büyük
sorun harflerin ahsap olması ve fazla tiraj yapamadan dagılmasıdır.
Harfler daha sonra dayanıklı metaller üzerinde denendi. Pirinç veya
tunçtan olusan baskı harfleri kil veya kursun üzerine vurularak matrisi
olusturuluyor, bunun üzerine de kursun dökülerek klise levha
olusturuluyordu.

Tipo Doğuyor
15. yüzyılda bir kuyumcu ustası olan Gutenberg, bu zamana kadar
gelisen baskı ekipmanlarının eksiklerini bulmus, o hataları gidererek
simdiki tipo teknigini gelistirmistir. Gutenberg
sisteminde harfleri tek tek dökerek hazırlıyordu. Karakterin önce
kalıbı hazırlanıyor, bu kalıp belli bir düzende çevresini de kaplayacak
sekilde kursun veya pirinç dökülerek matris elde ediliyordu. Matris
tipo baskıda içine kursunun dökülüp harfin kabartma seklini aldıgı
ayrı ayrı harf kalıbıdır. Matrisler birden fazla kullanılabiliyorlardı.
Yapılan bu
Matrisler istenilen ise göre elle dizilir, kalıbı olusturulur. Daha sonra
bu satırlar birlestirilerek isin tümünün kalıbı ortaya çıkar, bu kalıp
üzerine de kursun alasımı dökülerek klise levha hazırlanır. Burada
Gutenberg harfleri ilk önce tunçtan dökmüs, fakat bu kagıdı delmistir.
Kursun kullandıgında ise baskı yapıldıkça harflerin çok çabuk
ezildigini görür. Bunun üzerine kursun alasımı dedigimiz, içinde
Kalay ve Antimuan'ın da bulundugu karısımı ortaya çıkarır. Hazırlanan
bu kalıpların vidalı ve metal basit presler yardımıyla kagıda baskısı
yaptırılıyordu. Klise kalıp yüzeyine mürekkep sürülerek bu ahsap
preslerden yeterince sıkıstırılarak baskı kagıda geçiriliyordu.
19. yüzyılın sonlarına kadar bu sistem makineleserek devam etti.
Artık ister tabaka, ister bobin kagıda hızlı baskı yapabilen mekanik
baskı makineleri yapıldı.1900'lerin basında ise matbaacılıkta yeni
bir devir açıldı. 1904 yılında ofset baskı teknigi Amerikalı Ira W.
Rubel tarafından bulundu. Ilerleyen yıllardan günümüze kadar ofset
teknolojisi çok gelisti ve günümüzde dijital baskı dedigimiz teknolojiye
kadar ulastı. Bu gelismede bilgisayar teknolojisinin çok etkisi oldu.
Ilk zamanlar ofset hazırlıkta ve matbaa makinelerinin kumanda
kısımlarında kullanılan bilgisayarlar, su anda sektörün vazgeçilmez
parçası olmustur. Bundan sonra tarihi seyrinden sıyrılarak su anda
matbaacılık teknolojisi, baskı teknolojisinin çesitliligi ve buna baglı
olarak yan sektörlerle ilgisini inceleyebiliriz.Insan ihtiyaçlarındaki
sınırsızlıga karsı baskı teknolojisi de sadece ofsette kalmamıs,
insanların tüm yöndeki baskı ihtiyaçlarını karsılamak için çesitli baskı
yöntemleri ortaya çıkmıstır.
Baskı tekniklerini günümüzde 6 ana gruba ayırabiliriz.
1. Tipo (Yüksek) baskı
2. Serigrafi (Elek) baskı
3. Ofset baskı
4. Flekso baskı
5. Tifdruk (Çukur) baskı
6. Dijital Baskı
Osmanlı'da Matbaa Osmanlı Devletinde Müslümanların eserlerini
bastıkları ilk resmî matbaanın kurulus tarihi 1727'dir. Ancak ondan
önce Osmanlı Devletinde Ermeniler 1567 ve Rumlar 1627 yılından
itibaren kendi matbaalarını kurmuslardı. Hatta II. Bayezid zamanında
19, Yavuz Selim zamanında da 33 kitap basılmıstı. Bu kitapların
üzerinde, "II. Bayezid'in himayelerinde basılmıstır" ibaresi yer
almaktadır. Ayrıca III.Murat, Arap harfleriyle basılan Usul'ül-
Oklidis(Geometriye Dair) kitabının serbestçe satılması için verdigi
bir fermanla izin ve müsaade vermistir. IV. Murat zamanında ise
Istanbul'da bir matbaa kurulması için izin istendigini ve bu iznin
verildigini Mustafa Nuri Pasa kaydederken, Enderun Tarihçisi Ata
da, ilk resmi matbaa tesebbüslerinin IV. Mehmet zamanında
basladıgını anlatmaktadır. Bu bilgiler, Osmanlı padisahlarının matbaa
aleyhinde oldukları görüsünüreddetmektedir. Bu yüzden, Osmanlı
Devleti'nde matbaanın degil, resmî matbaanın kurulus tarihi 1727'dir.
Osmanlı Devleti, gerileme ve duraklama devrine girince, dünyadaki
her yenilikten oldugu gibi, matbaadan da yeterince yararlanamamıstır.
Maalesef bu konuda Osmanlı Devleti'ndeki esnaf teskilâtları olan
loncalar ve bu loncalara baglı hattâtların menfi anlamda rolleri
olmustur. Kont Marsigli, 1727 yılında Istanbul'da 90.000 hattâtın
bulundugunu söylemektedir.
Bunlara baglı olarak sahaflar, kalemciler, mücellitler, divitçiler ve
benzeri esnafın baskısı da, resmî matbaanın gecikmesinde önemli
rol oynamıstır. Osmanlı Devleti'nin Kanuniden sonra, dünyadaki
iktisadi ve ilmi gelismelere kayıtsız kaldıgı ve bunun cezasını da
daha sonraları gördügü bir hakikattir. Hatta matbaanın caiz olmadıgını
iddia eden ve maalesef sagını solundan ayıramayan bazı alimlerin
çıkmıs olması da mümkündür. Ancak aynı hadise, Avrupa'da da
yasanmıstır. Papa Alexandre VI, 1501 yılında yayınladıgı emirname
ile ruhsatsız yayınlanan kitapların yakılmasını emir ettigi gibi, Fransız
Kralı II. Henry de, ruhsatsız kitap basanları idamla tehdit etmistir.
Bütün bu gelismelerden sonra ilk matbaa IV. Mehmet (1648-1687)
devrinde yani Ibrahim Müteferrikanın matbaasından yaklasık bir
asır evvel kurulmus ve bazı kitaplar da basılmıstır; ancak harfleri
hakkıyla tanzim edilemediginden devam ettirilememistir. Düzenli
çalısır halde ilk resmî matbaa, III. Ahmet devrinde Damat Ibrahim
Pasanın tesvikleriyle kurulmustur. 1720 yılında Sadrazam Ibrahim
Pasa tarafından Paris'e Osmanlı sefiri olarak görevlendirilen Yirmi
sekiz Çelebi Mehmet Efendinin oglu Sait Mehmet Çelebi, babasıyla
beraber Paris'e gitmis ve orada bulundukları yıllarda matbaayı
yakından inceleme imkanı bulmustur. Geri döndügünde meseleyi
devlet yetkililerine açınca, hemen kurma gayretleri baslamıstır. Bu
sırada Macaristan'da dogan ve 1693 yılında esir edilerek Müslüman
olan Ibrahim Müteferrika, yazdıgı Risâle-i Islâmiye adlı eseriyle
samimi bir Müslüman oldugunu ispatlamıs ve Damat Ibrahim Pasanın
dikkatini çekerek Sait Mehmet Çelebiye yardım etmesi kararı alınmıstır. Ikisi birlikte, kaleme aldıkları matbaa ile ilgili Vesîlet'üt-
Tıbâ'a adlı layihalarını sadrazama 1726 yılında takdim etmislerdir.
Matbaanın kurulması için dinen ve aklen hiç bir engelin bulunmadıgı
açıklanan Layiha üzerine, mesele Seyhülislâmlık makamına sorulmus
ve Seyhülislâm Yenisehirli Abdullah Efendi de su tarihî cevabı
vermistir : "Basma san'atında mahâreti olan kimesnenin, tashihli ve
hatasız olarak, kısa zamanda ve zahmetsiz olarak basması, kitapların
nüshalarının çogalmasına, ucuz fiyatlarla yayılmasına sebep olur.
Ancak âlim kimselerin tashih etmesi gerekir". Bu fetvâdan ve III.
Ahmet'in fermanından sonra, "Darüttıbaa" denilen basımevi
Istanbul'da Ibrahim Müteferrikanın konagında kurulmustur. Dizgiye
1727 de baslanmıs ve 1729 da ilk Türkçe kitap olan Vankulu Mehmet
Efendinin, "Kitab-ı Lû'9Egat-ı Vankulu" adlı eseri basılmıstır. Ikinci
büyük basımevi 1796'da Hasköy'de Mühendishâne'de, devletin yardımı ile hendese hocası Abdurrahman Efendinin nezaretinde
kuruldu. 1802'de Ü'86sküdar'da yine aynı kisinin nezaretinde üçüncü
basımevi açıldı. Bu basımevi yeterince gelistikten sonra genel
yayınlara basladı.1828'de Kavalalı Mehmet Ali Pasa Kahire'de Bulak
Basımevini kurdu.1831'de Takvim-i Vakayi gazetesizinin basıldıgı
basımevi kurulmustur.1840'da Abdülmecit'in izniyle özel
basımevlerinin kurulması tesvik edildi.1864'de Darüttıbaa ile Takvimi
Vakayi basımevleri birlestirildi. Darüttıbaa, Cumhuriyet devrinde
önce "Milli Matbaa" daha sonra "Devlet Matbaası" adını aldı ve
1939'da Milli Egitim Bakanlıgı emrine verildi. Ankara ve Istanbul'da
resmi ve özel matbaalar birbiri ardına açılmaya basladı. 3 Kasım
1928'de yeni harflerin kabulünden sonra Linotype (dizgi) ve baskı
makineleri dıs ülkelerden getirilerek gazete ve kitap basımına geçildi.

Hiç yorum yok: